GİRİŞ: Depremlerin nedeni bilimsel olarak izah edilmediği dönemlerde, bu “korkunç” olay günahların bedeli, ihtar veya benzer mistik, metafizik süreçlerle açıklanmaktaydı. Neyse ki bilimsel gelişmelerle beraber depremlerin hangi süreçlerle oluştuğunu çağımızda izah edebilmiş bulunmaktayız. Fakat bilimsel izahlara rağmen depremler bazı kesimler için hala mistik süreçlerin bir ürünü, yaratıcının bir cezası olarak yorumlanabilmektedir. Nerede, ne zaman ve ne şiddette olacağı hala kestirilemeyen depremlerin yarattığı kaos, ardından bıraktığı ölüm, yıkım ve gözyaşları insanların bu olayı irrasyonel süreçlerle açıklamaya zorlayabilmektedir. Dünyanın oluşumundan beri, sismik yönden aktif bulunan bölgelerde depremlerin ardışıklı olarak oluştuğu ve sonucundan da milyonlarca insanın ve barınakların yok olduğu bilinmektedir. Bilindiği gibi yurdumuz dünyanın en etkin deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte yurdumuzda birçok yıkıcı depremler olduğu gibi, gelecekte de sık sık oluşacak depremlerle büyük can ve mal kaybına uğrayacağımız bir gerçektir.
Dünyadaki tüm depremlerin yüzde 90'ı, büyük depremlerin ise yaklaşık yüzde 80'i "ateş çemberi" olarak adlandırılan Pasifik Deprem Kuşağı'nda meydana geliyor. Tektonik depremler, deprem çeşitleri arasında dünya üzerinde gerçekleşen sarsıntıların tamamına yakınını oluşturuyor. Depremler, oluşumlarına göre tektonik, volkanik ve çöküntü olmak üzere toplam üç kategoriye ayrılırken, tektonik sarsıntılar, şiddet ve büyüklük bakımından en yıkıcı deprem çeşidi olarak öne çıkıyor. Yer kabuğunda fay adı verilen kırıklarda meydana gelen hareketler, dünya genelinde gerçekleşen depremlerin tamamına yakınını oluşturuyor. Yer kabuğundaki kırılmalar nedeniyle ani ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsması yoluyla meydana gelen depremler, yer kabuğunu oluşturan yaklaşık bir düzine irili ufaklı levha sınırında oluşuyor. Dünyadaki en yoğun tektonik deprem kuşağını, büyük depremlerin yaklaşık yüzde 80’inin meydana geldiği Pasifik Deprem Kuşağı oluşturuyor.
Aktif volkanların yüzde 75'inin de bulunduğu, Büyük Okyanus Havzası’nı çevreleyen deprem kuşağı, “Pasifik Ateş Çemberi” olarak biliniyor. Bu kuşak, Büyük Okyanus'un Asya ve Amerika kıtalarına komşu olan levha sınırlarını temsil ediyor. Yaklaşık 40 bin kilometre uzunluğundaki kuşak, Şili'den kuzeye doğru Güney Amerika kıyıları, Orta Amerika, Meksika, ABD’nin batı kıyıları ve Alaska’nın güneyinden Aleut Adaları, Japonya, Filipinler, Yeni Gine, Güney Pasifik Adaları ve Yeni Zelanda’ya kadar uzanıyor. İkinci büyük deprem kuşağı, Endonezya’dan başlayarak Himalayalar ve Akdeniz üzerinden Atlas Okyanusu’na kadar uzanıyor ve Alp-Himalaya Deprem Kuşağı adıyla biliniyor. Türkiye’nin büyük bir bölümü bu deprem kuşağında yer alıyor. Küresel Deprem Tehlikesi Değerlendirme Programının (GSHAP) deprem haritasına göre Asya ve Amerika, yeryüzündeki tüm depremlerin yüzde 90'ına yakınının meydana geldiği Pasifik Ateş Çemberi'nde yer alıyor.
Özellikle Japonya coğrafi konumu itibariyle sık sık deprem ve tsunami gibi doğal felaketlerle karşı karşıya kalan bir ülkedir. Bu nedenle geçmişten beri doğal felaketler hususunda çok kapsamlı bir mevzuata sahip olmuştur. Ancak 11 Mart 2011 tarihinde yaşanan 9.0 büyüklüğündeki deprem bu kapsamlı mevzuatın aynı anda yaşanabilecek felaketler karşısında yetersiz kalabileceğini ortaya çıkarmıştır. Öyle ki deprem sonucu meydana gelen tsunami nükleer ölçekte bir krize neden olmuş, arka arkaya yaşanan bu üç felaket (deprem, tsunami ve nükleer sızıntı) sebebiyle mevcut afetle mücadele araçları etkisiz kalmıştır. Bunun üzerine Japonya’nın doğal felaketlere ilişkin mevzuatında kapsamlı bir değişikliğe gidilme ihtiyacı hasıl olmuştur. Bu minvalde çalışmada 2011 yılında gerçekleşen bu üç büyük felaket sonrası Japonya’da elde edilen tecrübelerin hukuka nasıl yansıdığı sorusu ele alınacaktır. Bu kapsamda çalışma sonucu Türkiye gibi deprem kuşağında yer alan bir ülkenin söz konusu tecrübelerden faydalanması amaçlanmaktadır. 11 Mart 2011 Japonya Depremi, Japonya’nın kuzeydoğu kıyıları en ağır hasar verecek şekilde vuran tsunami dalgalarına sebep olan ve şimdiye kadar kaydedilen en büyük deprem olarak kayıtlara geçmiştir. Meydana gelen deprem, şimdiye kadar yaşanan en büyük ve şiddetli depremdi ve buna rağmen deprem sonrasında herkes sakindi. Asıl yıkımın meydana geldiği bölge daha kuzeyde Pasifik kıyısı boyuncaydı. Meydana gelen deprem büyük bir tsunamiye sebep oldu ve 8.9 büyüklüğündeki depremin ardından, büyük tsunami dalgaları, evleri, binaları, gemileri, arabaları beraberinde taşıyarak, kıyıdan içeriye yaklaşık 10 km (6 mil) sürükledi. Tsunami dalgaları Pasifiği saatte 800 km hızla geçerek, ki bu hız bir jet hızından daha fazla, Hawai ve Amerika’nın batı kıyılarına ulaştı. Ancak bu bölgelerde herhangi bir ağır hasar meydana gelmedi. 10 m yüksekliğindeki dalgalar Sendai Kentini vurdu. Tarım alanları ve havaalanı sular altında kaldı. Dalgalar ilerlerken geçtikleri yerlerdeki her şeyi de beraberinde sürükledi. 4 trenin ve 100 kişi taşıyan bir geminin kaybolduğu, Sendai’de bir petrokimya tesisinde büyük bir patlama meydana geldiği, Chiba, Ichihara Kentindeki petrol rafinerisinde büyük bir yangın çıktığı, Minamisoma’da yaklaşık 18000 evin hasar gördüğü deprem sonrasında ilk olarak göze çarpan olaylar oldu.
Başka önemli bir konumuz da çürük binalar yıkılır sağlam binalar yıkılmaz düşüncesidir. Bu düşünce tamamen yanlıştır ve bunun hakkında verilebilecek en güzel örneğimiz 1971 yılında Amerika’nın California eyaletinde San Fernando’da meydana gelen ve depremden henüz 1 ay önce yapılmış yeni ve sağlam olarak nitelendirilen Oliev View Hastanesini yıkan depremdir. 880 yataklı hastane kompleksindeki binaların çoğu, 1933 Long Beach depreminden sonra uygulamaya konan yeni inşaat tekniklerinin benimsenmesinden önce inşa edilmişti. Yeni tesisin 300 metre batısındaki tek katlı yapı grubu ve diğer bazı binalar hasar görmedi. Hasar gören binalar çeşitli şekillerde ahşap karkas ve yığma yapılardı. Beş katlı, betonarme Tıbbi Tedavi ve Bakım Binası, kompleksin üç yeni ilavesinden biriydi (üçü de hasar gördü), depreme dayanıklı inşaat teknikleriyle birleştirildi ve Aralık 1970'de tamamlandı. Hastanede 98 çalışan vardı ve deprem anında 606 hasta vardı; Olive View kompleksinde meydana gelen üç ölümün tamamı bu binadaydı. İki ölüm, yaşam destek sistemlerinin elektrik kesintisinden kaynaklandı ve bir çalışan binadan çıkmaya çalışırken çöken binanın bir parçası tarafından çarptı.
Türkiye, depremselliği yüksek olan bir bölgede bulunmaktadır. Japonya'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne kadar olan hatta Kuzey Anadolu Fay Kuşağı bulunmaktadır. Doğu Akdeniz bölgesinin önemli bir kuşağı olan bu fay hattı, tektonik bir aktivite alanıdır. Yıllık santimetreler hızında doğrultu atımlı kayma hareketleri olmaktadır. Fayın oluşumunu incelemeye yönelik olarak çok sayıda jeolojik, jeofiziksel ve jeodezik çalışmalar yapılmıştır ve hala devam etmektedir.
Kuzey Anadolu Fay Kuşağı, Avrupa Asya plakası ile Anadolu Yarımadası arasındaki hareketlerin büyük bir bölümünün birleştiği sağ yönlü bir fay zonudur. 1000 km den daha uzun olan fay, bölgesel bir yarık morfolojisi niteliğindedir. Günümüzde fayın merkez bölgesinde yapılan ölçüler, hareket hızının 1-2 cm büyüklüğünde olduğunu göstermektedir. Yanal hareketlerin yanında kuzey bloğunun da önemli ölçüde yükseldiği ortaya çıkmıştır. Kıtasal hareketler sonunda bazı bölgeler şiddetlice sarsıldıkları halde diğer bölgeler daha az etkilenirler ya da hiç etkilenmezler (tehlikesiz bölgeler). Bu bölgelere deprem kuşaklan, bunları gösteren haritalara da deprem kuşağı haritaları denir. Ülkemiz, şekil 1 .a,b (a- ÇAYNAK S. 1996, b-DEMİR C. ve diğerleri 1995) de verilen Türkiye ve çevresi tektonik haritalarına bağlı olarak 5 deprem bölgesine ayrılmıştır. Birinci deprem kuşağı, Doğu-Batı yönünde Kuzey anadolu Fay Kuşağı doğrultusundadır. Ağrı, Erzurum, Erzincan,Tokat, Amasya, Bolu, Kocaeli ve Çanakkale illerimiz bu kuşakta yer alırlar. Hat, Van, Muş, Bingöl üzeriden güneye doğru Hatay'a kadar uzanmaktadır. Batı ucundan güneye inerek Manisa, İzmir, Aydın ve Denizli illerini de kapsar. Dokuzuncu derece tahrip edici depremlerden başlamak üzere onuncu derece felaket depremleri, onbirinci derece afet ve onikinci derece büyük afet depremler bu kuşakta yer olmaktadır. İkinci derece deprem knşağı, yukarıda sınırlan çizilen birinci kuşağı çevreler. Maraş. Tunceli. Malatya. Çankırı. Yozgat. Uşak. Afyon. Burdur. Muğla. İstanbul, Gümüşhane ve Kars illeri bu kuşakta yer alır. Yıkıcı ve çok şiddetli depremlerin olduğu bölgelerdir. Üçüncü derece deprem kuşağı, her iki kuşağı çevreleyen bölgeleri kapsar. Adana, Sivas, Kayseri, Kırşehir, Eskişehir, Kütahya, Balıkesir, Edirne, Kastamonu ve Samsun illeri de bu kuşakta yer almaktadır. Şiddetli ve oldukça şiddetli depremler olabilir. Dördüncü derece deprem kuşağında Ankara, Antalya, İçel, Nevşehir, Niğde, Antep, Adıyaman, Diyarbakır, Kırklareli ve Hakkari bulunmaktadır. Orta şiddetli depremler ve hafif depremler olabilmektedir. Tehlikesiz bölge sayılan beşinci derece deprem kuşağında ise Antalya -İçel arasında Tuz Gölü'ne kadar uzanan koridor ve Sııriye-Irak sınırına yakın Güney-Doğu Anadolu Bölgesi girmektedir. Konya ve Mardin illeri bu sınırlar içerisinde kalmaktadır. Çok hafif ve ancak sismograflarca kayıt edilen depremler de bu bölgede olmaktadır.
Devam edecek olursak günümüzde henüz taze yaşanan bir deprem olayından bahsetmeden olmaz. 23 Kasım 2022 Tarihinde Sarıdere-Gölyaka-Düzce üssünde yerel saat ile 04:08’de aletsel büyüklüğü Ml=6.0 (Mw=6.0) olan şiddetli bir deprem meydana gelmiştir. Depremin odak derinliği yaklaşık 10.6 km civarında olup sığ odaklı bir depremdir. Deprem Düzce ili ve ilçeleri ili başta olmak üzere Marmara, Batı Karadeniz, Ege ve İç Anadolu Bölgelerinde hissedilmiştir.
Deprem sonrası otomatik olarak hazırlanan tahmini şiddet haritası depremin merkezinde şiddet değeri Io=VI olduğunu göstermektedir. Düzce ili ve ilçelerinin tamamı 1996 yılında T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan Deprem Bölgeleri Haritasında I. Derece Deprem Bölgesi içerisinde yer almaktadır.
Anadolu coğrafyasında meydana gelen büyük depremler arasında yer alan 1939 Erzincan Depremi şiddeti ve yıkıcı sonuçları açısından önemli bir etki yapmıştır. Ülkemizde en çok depremin yaşandığı Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinde bulunan Erzincan 27 Aralık 1939 tarihinde büyük bir depreme maruz kalmıştır.2 Merkez üssü Erzincan olan depremin şiddeti 7,9 civarında ölçülmüştür. Bu özelliği ile Anadolu’da 19. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemde meydana gelen depremler arasında en büyük deprem olarak nitelendirilebilir. Ayrıca kayıt altına alınan diğer depremlerin zayiatları ile kıyaslandığında ülkemizde en çok hasar bırakan deprem olmuştur. Bu depremde resmi rakamlara göre; 32.968 insan hayatını kaybetmiş, 116.720 bina yıkılmıştır.3 Bunun yanında binlerce hayvan telef olmuştur. Dünya tarihinde depremlerde ölen insanların miktarı sıralamasında Erzincan Depremi 27. sıradadır. 20. yüzyılın depremleri düşünüldüğünde ise,8. sırada yer aldığı görülmektedir.
SONUÇ: Depremleri önlemek olanak dışıdır. Ancak günümüzde bilinçli ve etkili yöntemler ile deprem hasarlarının azaltılması mümkün olmakta, depremler ile yaşamak zorunda olan ülkelerde bu doğrultuda büyük çabalar gösterildiği ve başarılı sonuçlar alındığı bilinmektedir. Bu çabalardan birisi, deprem olasılığının çok yüksek olduğu fay kuşaklarında doğadaki değişimleri belirleyerek izlemek ve depremlerin öncüsü olarak yorumlayıp önceden haber alınabilmesini başarmaktır. Depremlerin oluşumu önlenemeyeceğine göre, insanlık için tek çare can kayıplarını ve hasarı azaltabilecek önlemleri almaktır. Deprem habercisi olarak en belirgin doğa değişimi, deprem merkezi ve çevresindeki yer kabuğunda görülen yatay ve düşey hareketlerdir. Bu hareketlerin belirlenmesi için kullanılan yöntemlerin içerisinde jeodezik çalışmalar da yer almaktadır. Yer kabuğu hareketleri konusunda doğal doğal bir laboratuvar olan ülkemizde yabancı araştırmacılarla da ortak birçok çalışma bugün de sürdürülmektedir.Her şeye rağmen depremden korkmadan sonuna kadar önlemimizi almamız gerekir.Gerekli tedbirler alınıp bilinçli olduğumuz ve insanları bilinçlendirdiğimiz sürece depremde meydana gelecek hem maddi hem mavnevi hasarları minimuma indirmiş oluruz.
Mechmet Emir Memet,
Tıp Fakültesi 1. Sınıf Öğrencisi…
No comments:
Post a Comment